Türk Kültürü ve Temelleri

TÜRK KÜLTÜRÜ VE TEMELLERİ

Cemal EROĞLU

Sakarya Üniversitesi

 

Tarihte insanlığın ilerlemesini, üç öğe sağlamıştır. Hız'a sahip olma, hukuk fikri ve demirin işlenmesi. İlk iki unsur insanlığa manevi ilham kaynağı, sonuncusu da uygarlığın önde gelen malzemesi olmuştur. İnsan kültürünün bu iki önemli unsuru, varlığını Türklere borçludur. Bir bozkır kavmi olan Türkler, tabiatın çok kısır olduğu bu bölgede geçimlerini uzak mesafelerden sağlayabilmek için vahşi hayvan olan atı terbiye ederek insanlığın emrine vermişlerdir. "At sırtında geçen bir hayat, baş döndüren bir sür'at, yayladan kışlağa ve kışlaktan yaylaya doğru sürüp giden bir kovalamaca, onların günlük ve olağan hayatları idi. Onlar için olağan olmayan şey, ufuktaki dağlar ile vadilerin ötelerinde, uzanan ülkeleri görememe ve çeşitli zenginlikleri elde edememe idi[1].
Kısacası "göçebe Türkler tarafından, en eski çağlardan beri yetiştirilen at, tüm kültüre yön veren, en önemli tesirdir. Atın ehilleştirilmesi olmadan eski çağ ve erken orta çağın büyük ölçüdeki kavim göçü tasvir dahi edilemez"[2].
Geniş bozkırlarda büyük ve dağınık sürüleri sevk ve otlakları koruma mücadelesi Türkleri devlet yönetiminde tecrübe sahibi yapmış ve bu durum, o bölgede bütün insanlara hükmetme duygusunun da doğmasına sebep olmuştur. Böylece, yanyana ve bir arada huzurla yaşayabilmek için fertler arasında asabiyet bağının oluşmasının zorunlu olduğu inancı ilk olarak eski Türk kavimlerinde hissedilmiştir. "Bundan dolayı yeryüzünün ilk devletleri Türkler tarafından kurulmuş, yani Türkler dünyada `amme hukukunu' vaz eden ilk millet olmuştur"[3].
Bu geçmişten geleceğe bütün Türklerin sosyal hayatlarını düzenleyen, onlara kural koyan, devletin gücünü de temsil eden Türklerin töre dedikleri devlet düzenidir. Ziya Gökalp de töreyi şöyle tanımlar: "Atalardan kalan bütün kuralların toplamı". Töre yazılı yasaları kapsadığı gibi alışkıları (teamülleri) de içine alır. Töre; hukuksal töre, dinsel töre, ahlaksal töre gibi birkaç bölümden oluşmaktadır"[4].
"Türk töresini kaybetme", Türk milleti için de söz konusuydu. Devletsiz, kağansız kalmış bir millet, töresini de kaybetmiş oluyordu. Nitekim Bilge Kağan, Orhun Abideleri'nde Türk töresini şöyle tarif eder; "... (Türk Milleti'nin) kağan olarak oturdum. "Ölecek miyiz?" diye düşünüp üzülen Türk begleri ile Türk beyleri (bana) dönüp, sevindiler! "Bulanmış gözleri" canlandı! Beni gördüler! (yani bana bağlandılar). "Ağır töreleri", (düzenledim), yürürlüğe koydum. (Dünyanın) dört bucağındaki "milletleri" de (düzene koydum)!...[5]
Bilge Kağan Yazıtları'nda da ifade edildiği üzere, "Eski Türk devlet geleneğinde Töre ilahi kaynaklı hakimiyetten (kuttan) ayrılamazdı. Özellikle devlet kuran her Kağan mutlaka bir töre koyardı. Töre, Türk örf ve geleneklerinin kesin bir hükümler birliğidir. Töresiz bir ilin ya da devletin varlığı mümkün değildir"[6].
Türk kültür yapısının en hassas ve ince dokusunu "Türk Töresi" oluşturur. "Töre, milli toplumda ferdi ve sosyal ilişkileri düzenleyen, ferdi disiplin ve otoriteye bağlayan, milli barış, dayanışma ve beraberliği sağlayan bir kültür kurumudur. Yabancı kültürler önce bu değer sistemini yıkmak isterler"[7].
Türk töresi rastgele, tesadüfen meydana gelmiş şeylerden ibaret değildir. Bunlar ayrılmaz bir şekilde milletin varlığına milletin ortak düşünce, duygu ve kanaatlerine bağlıdır. Töre, Türk milleti ile birlikte doğar, milletle gelişir ama asla milletle yok olmaz. Kısacası "İl gider, töre kalır". Türk kültürünün temelini oluşturan, sonuncu unsur ise, "demir"dir. Bu maddenin ilk defa eski Türk yurdu olan Altay Dağları'nda bulunduğu ve yeryüzüne dağıldığı artık bilinen bir gerçektir.
Türkler dünyanın ilk demirci kavmi olarak bilinir. Demirin eritilip istenilen şekil verilmesiyle birlikte, insanlık aleminde uzun ve parlak bir dönem açılmış oluyordu. Demir Türk uygarlığının ilk simgesidir. "Göktürkler ile Oğuzlar'ın ataları demirci idiler. Demirciye Moğollar "Darhan" derlerdi. Dokuz atası demirci olan adam şaman olurdu. Şamanların büyüklerine Tarhan adı verilirdi. Bundan anlaşılır ki demircilik eski Türklerce sanatların en saygınıydı"[8].
"Demircilik ile ilgili bir takım merasimler de eski Türkler arasında önemli bir yer tutardı. Her yıl belli bir günde İlhan, demir merasimi için bir demir parçasını akkor haline gelinceye kadar ocakta ısıtırdı. Demir, bu hale geldikten sonra, İlhan'a ait "altın örsün" üzerine konulur. İlhan, altın çekici alarak, bunun üstüne vururdu. Bundan sonra, koşullar, toylar, şölenler yapılırdı. Bu merasimler hudutta da yapılır. Ülkeye dışardan girmek isteyen bir yabancı elçi, bu merasimi yapmadan giremezdi"[9].
Demircinin Türk toplumunda ne kadar önemli konumda olduğunu tarihe ışık tutan bütün Türk destanlarında görmek mümkündür. Nitekim, Türk sosyo-kültürel yapısını en iyi işleyen destanlardan biri olan Manas Destanı'nda da anlatıldığı üzere; "Her akına çıkmadan önce Manas kendi demircisine gider, kılıçlarını biletir, silahlarını tamir ettirir ve öyle yola çıkardı. Nogay-Han'ı Yoloy'u mağlup ettikten sonra, onun iki kızını esir ederek yurduna getirmiştir. Bu Han kızlardan birini, teşekkür ifadesi ile demircisine vermiş ve diğerini de oğluna nikahlamıştı. Manas, demircisini Darkan yani Tarkan, saygı deyimi ile çağırırdı. Çünkü Tarkanlık hükümdar tarafından verilmiş çok yüksek bir üstünlük unvanı idi. Onların bu rütbesi de nesilden nesile sürüp giderdi"[10].
Bu açıklamalarda demirciliğin hem dini ve inanç sistemleriyle ilgisi bulunması hem de rütbelerin babadan oğula geçmesi, Osmanlılar'ın ilk dönemlerinde kurulan lonca yani esnaf teşkilatlarının izlerini taşımaktadır. Nitekim, ahilik teşkilatı üzerine araştırma yapan bazı ilim adamlarına göre, kelimenin kökeni Orta Asya kaynaklıdır ve taşıdığı mertlik, alplik, yiğitlik, eli açıklık, konukseverlik hasletlerinin ifade ettiği sanat ve ticaret kurallarının Orta Asya Türkleri arasında çok yaygın oluşunu göstermektedir[11].
Belirtmek gerekirse, toplumları uygarlığa yöneltme yolunda en kesin tesirler yapmış olan bu üç temel unsurun Türk kültürüne özgü özellikler olduğu görüşü bütün dünyada genel kabul görmüş bir mütalaadır. "W. Koppers, O. Menghin başta olmak üzere, bir kısım batılı bilginlerce "Altaylılar" tarafından yaratıldığı ifade edilen ve dünyanın ilk yüksek kültürü olarak tanınan bu Türk (Bozkır) Kültürü, taşıdığı beşeri değerler sebebiyle süratle etrafa yayılarak kısa zamanda doğuda Moğolları ve Kuzey Çinlileri, batıda Hind-Avrupalıların bazı kollarını tesir altına almış ve bir medeniyet vasfı kazanmıştır. Böylece milattan önceki binlerden, milattan sonra XIV.-XV. yüzyıllara kadar Avrupa ve Asya'nın step bölgelerinde hakim olan ve son Avrupa ilmi literatüründe "La civilisation des Steppes" tabiri ile yer almaya başlayan Bozkır Medeniyeti, adları geçen Batılı araştırmacılara göre, dünyada mevcut ilk medeniyettir. Daha da mühimi batı medeniyetinin doğuşunda birinci derecede amil oluşudur[12].

 

KAYNAKLAR
Gökalp, Ziya, "Türk Töresi", (Haz..: Yusuf Çotuksöken), İnkılap
Yay., İstanbul 1977.
----------, "Türk Uygarlık Tarihi", (Haz..: Yusuf Çotüksöken),
İnkılap Yay., İstanbul 1981.
Kafesoğlu, İbrahim, "Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri", Hamle Yay.,
İstanbul 1995.
Karaca, Kurt, "Milliyetçi Türkiye", Emet Matbaacılık, Ankara 1976.
Ögel, Bahaeddin, "Türk Kültürünün Gelişme Çağları", Türk Dünyası
Araştırma Vakfı Yay., İstanbul 1988.
----------, "Türk Mitolojisi I", Türk Tarih Kurumu Basımevi
Yay., Ankara 1993.
Türkdoğan, Orhan, "Türk Tarihinin Sosyolojisi", Turan Yay., İstanbul
1996.


[1] Ögel, Bahaeddin, "Türk Kültürünün Gelişme Çağları", Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yay., İstanbul 1988, sh. 1.
[2] Türkdoğan, Orhan, "Türk Tarihinin Sosyolojisi", Turan Yay., İstanbul 1996, sh. 131.
[3] Kafesoğlu, İbrahim, "Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri", Hamle Yay., İstanbul 1995, sh. 59.
[4] Gökalp, Ziya,"Türk Töresi", (Haz..: Yusuf Çotuksöken), İnkılap Yay., İstanbul 1977, sh. 12-13.
[5] Ögel, Bahaeddin, "Türk Kültürünün Gelişme Çağları", Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yay., İstanbul 1988, sh. 474-475.
[6] Taşdelen, H. Musa, "Siyaset Sosyolojisi", Turan Yay., İstanbul 1996, sh. 35.
[7] Karaca, Kurt, "Milliyetçi Türkiye", Emet Matbaacılık, Ankara 1976, sh. 51.
[8] Gökalp, Ziya,"Türk Uygarlık Tarihi", (Haz..: Yusuf Çotüksöken), İnkılap Yay., İstanbul 1981, sh. 9.
[9] Türkdoğan, Orhan, a.g.e., sh. 148.
[10] Ögel, Bahaeddin,"Türk Mitolojisi I", Türk Tarih Kurumu Basımevi Yay., Ankara 1993, sh. 69.
[11] Türkdoğan, Orhan, a.g.e., sh. 151.
[12] Kafesoğlu, İbrahim, a.g.e., sh. 66. 

Örf ve Adetlerimiz

 

Çocukluk Çağı

Doğumdan sonra çocuğun gelişimini izleyen onun anneyle babayla ve ailenin öteki üyeleriyle ve toplumsal çevresiyle ilişkilerini düzenleyen bir dizi kural, adet, tören, işlem ve pratik vardır. Çocuğun korunması, büyütülmesi, giderek bağlı bulunduğu grubun ya da kültürel ortamın benimsediği belli kalıplara, değer yargılarına kısaca modele uyması için bir çok aşamadan geçmesi gerekmektedir. Bu işlem ve pratikler, töre ve törenler önem ve sıralarına göre kimi zaman katı kimi zaman da esnek biçimde uygulanmaktadır.

Ad verme

Bunların ilki çocuğa ad konulmasıdır. Ad: bir kişinin, bir nesnenin, bir durumun ya da bir olayın adını koymadan onu bir belirtiyle, bir sıfatla nitelendirmeden rahat edilemez. Adsız her hangi bir şey, bir olay, bir durum çevrede tedirginlik yaratmaktadır.

Geleneksel kesimde çocuğa ad konması genellikle dinsel nitelikli bir törenle olmaktadır. Giderek etki gücünü yitirmekle beraber dinsel niteliğin yinede çoğu yerde etkinliğini sürdürdüğü görülmektedir.

Çocuğa ad koyma sıradan bir işi olmadığı için bu iş küçük çapta da olsa kutlanarak ve kutsanarak yerine getirilmektedir. Daha önce saptanmış olan “ad” ad koyma amacıyla düzenlenen toplantı sırasında çocuğa verilmektedir. Bu amaçla çağrılan din görevlisi veya dinselliğiyle tanınan saygın bir kişi ezan okumakta ve çocuğun kulağına üç kere adını söylemektedir. Ad hoca yoksa çocuğun babası ve dedesi tarafından da aynı uygulamalar yapılarak konulmaktadır.

Halk arasında çocuğa göbek adı koyma geleneği de yaygın bir uygulamadır. Çocuğun göbeği kesilirken konan ada “göbek adı” denmektedir.

Anadolu’da çocuğa göbek adı konulması;

- Çocuğun kabirde göbek adıyla çağrılacağı,

- Öte dünyada göbek adıyla çağrılacağı,

- Tövbe, talkın verilirken göbek adıyla çağrılacağı gibi dinsel nedenlerle açıklanmaktadır.

Kişinin asıl adının dışında özellikle yakınları ve bağlı bulunduğu grubun üyeleri tarafından çocuğa verilen ve rahatlıkla kullanılan bir ad konulmaktadır. Buna “takma ad” denmektedir. Bu daha çok geleneksel kesimlerde özellikle köylerde görülmektedir.

Süt verme

Modern tıp ve geleneksel kültür çocuğun en sağlıklı beslenme biçiminin anne sütüyle beslenme olduğu konusunda birleşmektedir.

Geleneksel kültürde çocuğa ilk süt üç ezan beklendikten sonra verilmektedir. Bu uygulamayla çocuğun ileriki yaşamında sabırlı olacağına inanılmaktadır. Kadının ilk sütüne “ağız” denmektedir. Ağız sütünü çocuk emmektedir. Ağız emmeyen çocuğun ileriki yaşamında zayıf ve güçsüz olacağına inanılmaktadır.

Geleneksel kültürde erkek çocukları kız çocuklarına göre daha çok emzirilmektedir. Bu davranışın nedeni oğlan çocuğunun daha güçlü ve kuvvetli olması isteğinden kaynaklanmaktadır.

Diş hediği

Çocuğun biyolojik gelişiminin en önemli belirtilerinden birisi olan diş çıkarma halkımız tarafından genellikle bir törenle kutlanmaktadır. Yiyeceklerin öğütülmesinde, ezilmesinde, parçalanmasında birinci derecede rolü olan dişin ortaya çıkışı nedeniyle düzenlenen bu tören ve eğlencede yiyeceği kutsama, çocuğun rızkını artırma, bereketi çoğaltma gibi dilekler yatmaktadır. Bu törende çocuğun dişlerinin sağlam ve düzgün olmasına yönelik de bir dizi geleneksel uygulama ve pratiklere de baş vurulmaktadır.

Değişik bölgelerde değişik adlarla anılan bu tören ve eğlencenin halk arasındaki en yaygın adı “diş hediği”dir. Değişik bölgelerde ise; “diş aşı”, “diş bulguru”, “diş buğdayı” olarak tanımlanmaktadır.

Çocuğun yürümesi

Çocukluk çağının biyolojik aşamalarından çocuğun yürümesi ile ilgili olan dönemdir. Geçmişte normal zamanda yürümeyen, yürümesi geciken ya da yürürken sürekli olarak düşen çocuklar için bir takım uygulama ve pratiklere baş vurulmaktaydı.

Bunlara örnek olarak;

- Çocuğun topuklarına yumurta sürmek,

- Çocuğu ceviz yaprağı ve tuz atılmış suda yıkamak,

- Çocuğu çeşitli ziyaretlere götürmek gibi uygulamalar örnek olarak verilebilir.

Çocuğun konuşması

Anadolu’da konuşamayan ve konuşması geciken çocuklar içinde bir takım çarelere baş vurulmaktadır. Bu çareler ve işlemler başlıca üç grupta toplanmaktadır. Bunlar açma, kesme ve okuma işlemleri olarak sınıflandırılmaktadır.

Bu uygulamalara örnek olarak;

- Konuşmayan çocuk ziyaretlere götürülerek ağzı anahtar ile açılır,

- Dil bağı kesilir,

- Nefesi kuvvetli hocalara okutulur vb. pratikler verilebilir.

Çocuğun tırnağının kesilmesi

Anadolu’da çocuğun tırnaklarının ilk olarak kesilmesiyle ilgili olarak yapılan uygulama ve pratikler de oldukça yaygındır. Buna en yaygın uygulama olarak; çocuğun ilk tırnakları kesildikten sonra eli, içinde paralar bulunan bir keseye sokturulmaktadır. Çocuğun oradan aldığı para erkekse büyüdüğü zaman kuracağı işin sermayesine, kız ise çeyizine kullanılacak ilk para olarak saklanmaktadır.

Çocuğu nazardan koruma

İslam ülkelerinde bu arada Anadolu’da nazar inancı çok yaygındır. Her türlü canlı, cansız varlıkları tehdit ettiğine inanılan nazar daha çok çocuklar üzerinde etkili olacağı inancı yaygındır. Bu nedenle çocukları nazardan korumaya yönelik alınan önlemler geçmişte olduğu gibi günümüzde de oldukça sık rastlanmaktadır.

Bu uygulamalara örnek olarak;

- Çocukların isteyerek pis gezdirilmesi,

- Çocukların nefesi kuvvetli birisine okutulması,

- Ziyaret yerlerine götürülmesi gibi örnekler verilebilir

Sünnet Geleneği

Anadolu’da çocukla ilgili geleneksel işlemlerden en önemlilerinden biriside sünnet geleneğidir. Dinsel ve töresel işlemler içerisinde en katısı ve en yaygın olanı sünnet geleneğidir. Hiçbir anne ve baba bu köklü geleneğin dışında kalmak istemez. Geleneğinin yaptırımı bu konuda bir karşı koyuşa meydan vermeyecek kadar güçlüdür.

Sünnet sözcüğü Arapça kökenlidir ve ilk anlamıyla “işlek yol” demektir. Daha geniş anlamda ise; Tanrı’nın yolunu ya da insanın adet durumuna soktuğu iyi ya da kötü davranışı anlatmaktadır.

İslam dininde peygamberin yaptığı uyguladığı ya da yapmayı uygulamayı öğrettiği şeylere uymaya “sünnet” denmektedir. Toplumun bu konudaki hoşgörüsü ve bağışlaması yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla belli nedenlerle sünnetleri gecikmiş delikanlılar bunun tedirginliğini yaşamaktadırlar. Yaşı gelip geçtiği halde sünnet olmayan kişilere aşağılayıcı ve kınayıcı tutum ve davranışlar oldukça yaygındır. Bu konuda köklü bir geleneğin yaptırım gücü yoğun bir biçimde geçmişte olduğu gibi günümüzde de işlemektedir.

Sünnet geleneği genel olarak;

- Sünnet çocuğunun yaşı ve sünnet zamanı,

- Tören ya da düğün hazırlığı,

- Çocuğun hazırlanması,

- Sünnet işlemi ve sünnetçi,

- Hediye-armağan gibi alt konu başlıkları içerisinde incelenmektedir.

Sünnet çocuğunun yaşı ve sünnet zamanı

Sünnet çocuğunun yaşı ve töreninin mevsimi konusunda kesin bir kural yoktur. Çocuklar çoğunlukla okul çağına yakın veya ilkokul yıllarında ergenlik çağına girmeden sünnet edilmektedirler. Ancak son zamanlar da büyük kentlerde kimi anne babalar çocuklarını doğumdan hemen sonra hastanede sünnet ettirmektedirler. Bu çok erken sünnetten amaç çocuğa bilinçli olarak acı çekmesini ve korkmasını önlemektir. Bu türden erken sünnet uygulamalarına geleneksel kesimde rastlanmamaktadır.

Sünnet toplumsal yapı içerisinde bir çok işlevi üstlenmenin yanı sıra; görkemli bir sünnet töreniyle aile hem üyesi bulunduğu grup içerisindeki saygınlığını artırır hem de çocuğunun mürüvvetini görür. Anadolu’da çocuğun bakımı, sünneti, evlendirilmesi anne babanın boynuna borçtur.

Yoksul ya da öksüz çocukların sünnetini varlıklı kimseler veya akrabalar kendi çocuklarıyla birlikte yaptırmaktadırlar. Bu görevi kimi grupların yardım derneklerinin de üstlendiği görülmektedir.

Sünnet zamanı ve mevsimi olarak da en çok ilkbahar, yaz ve sonbahar mevsimi seçilmektedir: Günümüzde özellikle kentlerde sünnet düğünü ya da töreni için Cumartesi ve Pazar günleri seçilmektedir. Geçmişte Cuma günlerinin tatil olması ve Cuma gününün uğurlu sayılması nedeniyle sünnetler daha çok Perşembe

Tören ya da düğün hazırlığı

Aile çocuklarının yaşı ve ekonomik durumuna göre çocuklarını sünnet ettireceği zamanı yaklaşık iki ay önceden belirleyerek hazırlıklara başlar. Aile düğün gününü belirledikten sonra bir hafta on gün öncesinden konuklara haber verir.

Bu duyuru;

- Okuyucu elçi göndererek,

- Davetiye bastırarak dağıtılmak üzere iki biçimde yapılmaktadır.

Geleneksel kesimlerde düğüne fazla kişi çağrılmasına özen gösterilmektedir.

Çocuğun hazırlanması

Çocuk törenden birkaç gün öncesinden hazırlanmaya başlanır. Aslında çocuk çok daha önceden psikolojik olarak hem sünnet olma sevincine hem de korkusuna girmektedir. Geleneksel eğitimle anne ve babalar çocuklarını bu önemli geçiş pratiğine aylar öncesinden hazırlamaya başlamaktadır.

Sünnet giysisi tören hazırlıklarının en önemli bölümünü oluşturmaktadır. Şehirlerde varlıklı aileler, çocuklarını mücevherlerle süslemekte, kent merkezlerinde ön tarafında “Maşallah” işlemeli açık mavi bir başlık geleneğin en yaygın giyim öğesini oluşturmaktadır. Köylerde ise sünnet çocukları yeni elbiseler giymekte; boyun ve omuzlara çevre ve yağlık asılmakta, şapkanın arkasından ise gelin teli sarkıtılmaktadır.

Sünnet çocukları sünnetten birkaç gün önce veya aynı gün ata, arabaya, otomobile bindirilerek dolaştırılmakta bu geziye mahallenin öteki çocukları da katılmaktadır böylece çocuğun sünnet edileceği bu gezintiyle de halka duyurulmaktadır.

Sünnet işlemi ve sünnetçi

Sünnet işlemi cinsel organın uç kısmındaki derinin çepeçevre kesilmesinden ibarettir. Çocuk varsa kirvesinin kucağına yoksa bir yakınının kucağına oturtularak bacaklarının iki yana açılması sağlanmakta, kucağına oturduğu kişi çocuğun kollarını sıkı sıkı tutmaktadır. Bu sırada çocuğa korkmaması için yüreklendirici, erkekliği vurgulayıcı sözler söylenmektedir. Kesilmeden önce ve kesilme sırasında; “llahu ekber Allahu ekber” denilerek tekbir getirilmekte, ayrıca “oldu da bitti maşallah” diye çok bilinen ve yaygın olarak bilinen tekerleme de söylenmektedir.

Sünnet yani kesme işlemini yerine getirenin genel adı sünnetçidir. Bununla beraber; Orta Anadolu ve Doğu Anadolu tarafında sünnetçiye “abdal” ya da “kızılbaş abdal” denmektedir.

Günümüzde ise bu işi sağlık memurları yapmaktadır, bunların kent kesimindekileri kendilerini “fenni sünnetçi” olarak tanımlamaktadırlar.

Hediye - Armağan

Tören karakteri taşıyan bu önemi geçiş dönemi pratiği çeşitli hediyelerle süslenmektedir. Bu hediyeler altın, para, giyecek ve ev eşyalarından oluşmaktadır. Günümüzde sünnet hediyesi uygulaması devam etmektedir.

Kirvelik

Kirvelik; yörelere göre "kirve", "kivra", "kivre" isimleriyle de tanımlanmaktadır.

Kirvelik, kısaca birbirine ekonomik ve sosyal olarak eş konumda bulunan iki ailenin, ailelerden birinin sünnet töreni masraflarını karşılamasıyla oluşan bir sanal akrabalık kurumu olarak tanımlanabilir. Kirve, sanal akrabalık kurulacak olan ailenin erkek çocuğunu sünnet esnasında kucağına alarak çocuğun acı çekmemesi için destekte bulunacak ve aynı zamanda törenin ekonomik giderlerine kısmen de olsa katkıda bulunacak olan kişidir. Kirvelik kurumu aracılığıyla nasıl çocuklarını birbiriyle evlendiren kimseler bir hısımlık ilişkisi içerisinde iseler, birbiriyle kirvelik ilişkisi içerisine giren ailelerde kalıcı bir dostluk ilişkisi kurarlar. Daha çok Doğu, Güney, Güneydoğu Anadolu illerimizde yaygın olan Kirvelik kurumunun çıkış noktası hakkında elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır.

Kirvelik kurumu genel olarak aşağıdaki işlevleri yerine getirmesi bakımından geçmişte daha yaygın olmasına karşın günümüzde de halen geçerliliğini sürdürmektedir.

Kirvelik;

- Var olan ilişkileri pekiştirmesi,

- Ailelerin sosyal ilişkiler ağını genişletmesi,

- Sosyal sigorta mekanizması görmesi

- Farklı dil, din ve etnik gruplardaki aileleri birleştirmesi,

- Bir yöreye dışardan gelen kişilerin bu yöreye uyumunu kolaylaştırması,

- Dayanışma ve gücün artmasıyla önemli bir pazarlık gücü kazandırması gibi işlevleri üstleniyor olması bakımından önemli bir toplumsal kurumdur.

Kirvelik yoluyla kurulan ilişki ölene kadar devam eder. Kirve çocukları arasında evlenme yasağı vardır. Bu yasak kirveler arasındaki ilişkinin daha serbest dolayısıyla da daha güçlü ve kalıcı olmasını sağlamaktadır.

Evlenme

 

Askerlik


Toplumumuzda gelenekselleşmiş köklü bir geçmişe sahip olan askerlik kutsal bir görev olarak değerlendirilir. Asker olmak onurlu ve erdemli bir insan olmayla özdeşleştirilir. Özellikle kırsal kesimde askerliğini yapmayan kişiler hoş karşılanmaz, sözleri dikkate alınmaz.

Topluma bu denli önem verilen bu görevin başlangıcında ve bitişinde diğer geçiş dönemlerinde olduğu gibi çeşitli törenler yapılmaktadır. Uğurlama ve karşılama törenleri bölgesel farklılıklar göstermektedir.

Yurdumuzun her yöresinde yaygın olarak yapılan uygulamalardan biri, pusulası (askere çağrı mektubu) gelen gençlerin akrabaları ve arkadaşları tarafından sırayla yemeğe davet edilmelidir. Bu yemek yalnızca asker adayına verildiği gibi, ailesiyle birlikte ağırlandığı da olmaktadır. Yemek sırası ve sonrasında eğlenceler yapılması da yaygın bir uygulamadır.

Kars'da askere gidecek kişi köy ve şehirdeki akrabalarını ziyaret edip, "Allahaısmarladık" demekle bu ziyaretler sırasında kendisine harçlık ve yolluk olarak hazırlanan çöreklerden verilmektedir.

Silifkenin Kırtıl köyünde ise askere gidileceği günün akşamı, askere gidecek olanlar, kız ve erkek arkadaşlarını eve davet eder, geç saatlere kadar eğlenirler, mengi oynanır. Askerlerin ceplerine uğur parası denilen harçlıklar konulur.

Ankara - Kızılcahamam - Verimli köyünde yaşlı erkekler ve kadınlar "Uğur parası" adı verilen parayı verirken "Benim için nöbet tut, buna karşılık" diyerek gencin gönlünü almaktadırlar.

Seydişehir'de uğurlama töreninde kadınlar hazırladıkları çöreği üçe bölerler. Bir parçası kurda kuşa yem olsun diye suya atılır. Bir parçası delikanlının gömleğine sarılarak sandıkta saklanır. Bir parçası da yemesi için delikanlının yolluğuna konur. Her izine geldiğinde gömleğe sarılı parçadan bir bölümü koparılarak gence yedirilir. Asker uğurlamasından sonra kadınlar bir pınarın başında toplanarak yemek yerler. Yemek yerken tahta kaşık kullanılmaz, tahta kaşık kullanılırsa delikanlıların askerde çok dayak yiyeceğine inanılır.

Eskişehir - Seyitgazi - Şükranlı köyünde askere gidecek genç nişanlı ise nişanlı evinin odununu gitmeden önce asker adayına kestirirler, zorluklara alışsın diye.

Yaşamının bir bölümü ile ilgili bu denli zengin uğurlama törenlerinin yanında, karşılama törenleri de zengin uygulamalara sahne olmaktadır.

Silifkenin - Kırtıl köyünde asker terhis olduktan sonra kına alıp getirir. Köye geldiği günün akşamı kendisine hoşgeldine gelenlere hazırlanan kınadan yakılır. "Asker kınası" adı verilen bu kınanın yakılması uğurlu sayılır.

Askerlikle ilgili konulardan birisini de askerde yoğun özlem ve hasret duygularıyla yazılan asker mektupları oluşturur. Asker mektupları genellikle selamla başlayıp, durum anlatıldıktan sonra bir mani ile biter.
Mektuplarda bütün akraba ve tanıdıklara selam söylenir. İletişim araçların yaygın olmadığı dönemlerde tek iletişim yolu olan mektuplarda, evli olan askerin baba evinde olan eşine duygularını açıkça ifade edememesi, mektubun başka kişilerce de okunacağı düşüncesi ile kimi zaman şifre içerikli maniler yazdığı da görülür.

Yürü mektubum yürü
Haberini al da gel
Bir iken iki olduk
Üç olduk mu sor da gel

Diyerek, manide çocuğu olup olmadığı üstü kapalı bir biçimde sorduğu gibi.

Durum bildiren bu tür mektuplar dışında bir de mizahi asker mektupları vardır ki bu tür mektuplar daha çok arkadaşlar arasında yazılmaktadır.

Askerliğin bitip eve dönülmesinde de büyük bir coşku yaşanır, eğlenceler düzenlenir. Akrabaları ve arkadaşları on onbeş gün ziyaretine gider ve bu sürede evde misafir gibi ağırlanıp, iş yaptırılmaz. Bazı yörelerde bu ziyaretler sırasında gence hediyeler verildiği de olur.


Yaşamın temel dönüm noktalarından biri olan evlenme, hem kadın ve erkeğin yaşamını birleştirmesi açısından bireysel; hem de aile ve akrabalık bağlarının kurulması açısından toplumsal bir olgudur. Özellikle küçük köy topluluklarında düğün, köyün tamamını içine alan bir faaliyet olması nedeniyle bir “bayram” anlamı kazanır. Evliliğin aşamaları sırasında yapılan törenlerin bazıları yeme-içme, eğlence havası içinde geçerken, bazıları “ağıt” görünümündedir.

Evliliğin tümünü içine alan töre ve törenlerin sergilendiği aşamalar şöyle sıralanabilir:

A. Düğün öncesi

I. Görücülük, dünürcülük, kız isteme

II. a. Söz kesme

b. Şerbet

c. Nişan

III. Düğün okuntusu

IV. Çeyizin gitmesi ve sergilenmesi

V. Gelin hamamı

B. Düğün

I.Kına gecesi

a. Kız kınası

b. Oğlan kınası

II. Gelin alma

III. Nikah

IV. Gerdek

V. Gerdek ertesi

C. Düğün sonrası uygulamaları

Evlilik kararının verilmesinden sonra yapılacak ilk iş damat adayı için eş seçimidir. Özellikle geleneksel kesimde eş seçimi öncelikle erkeğin anne-babasının öncülüğünde yapılırdı. Son zamanlarda bu durumun yavaş yavaş değişmeye başladığı görülmektedir. Gençler ya doğrudan kendileri tanımak suretiyle evleneceği kişileri seçmekte ya da hep birlikte karar verilerek uygun eş seçilmektedir.

Görücü usulü olarak literatüre geçmiş olan evlilik türünde önce erkeğin annesi ve aileye yakın kadınlar kız tarafına giderek kızı görürler. Kız beğenildikten sonra damada gösterilir, o da beğenirse kızın istenmesine karar verilir.

Kız evine gidilerek kızın babasından istenmesine dünürlük, dünürlüğe gitme, elçiliğe gitme gibi isimler verilir. Ailenin ileri gelen kadınları ve erkekleri daha önce belirlenmiş olan hayırlı bir günde (genellikle Perşembe ve Pazar günleri uğurlu gün sayılır) kızı Allah’ın emri peygamberin kavliyle ailesinden istemek üzere giderler. Ancak kız evi biraz da naz evi olması nedeniyle ilk istemede kız verilmez. Birkaç defa daha kız istendikten sonra, kız evi yeterince düşündükten sonra olumlu cevabı oğlan tarafına bildirir. Böylece karar verildiği için söz kesilmiş olur. Tarafların isteğine göre bazen aynı gün gelin damada nişan yüzükleri de takılır, bazen de ayrıca düzenlenecek nişan töreninde bu işlem gerçekleştirilir. Söz kesildikten yaygın bir gelenek olarak arada tatlılığı sağlamak dileğiyle şerbet içilir. Şerbetin içilmesi artık kızın kesin verildiği ve evlilik kararının kesinleştiği anlamına gelir. Ayrıca söz kesme sırasında aileler nişan ve düğün tarihleri, alınacak eşyalar ya da başlık parası miktarı gibi konuşmalar da yaparlar.

Her iki taraf da hazırlıklarını tamamladıktan sonra kız evinde daha çok kadınların katılımıyla nişan töreni yapılır. Erkek tarafı gelin için alınan takıları takar ve diğer hediyeleri verir; karşılığında kız tarafı da hediyeler verir. Nişan töreni isteğe bağlı olarak yemekli de olabilir. Eğlencelerle bu mutlu olay aynı zamanda kutlanmış olur. Nişan, hem evliliğe atılan bir adım, hem de her iki taraf için bir tanışma ve uyum, düğün için kararlaştırılan sürenin başlangıcı anlamlarına gelmektedir. Eğer taraflar arasında herhangi bir anlaşmazlık ortaya çıkarsa nişan bozulabilir. Ancak bu, hiçbir zaman tercih edilen bir durum değildir.

Bundan sonra düğün aşaması gelmektedir. Öncelikle çevredeki insanların düğüne çağrılması gerekmektedir. Düğüne çağrı aşamasında son zamanlarda daha az uygulanan bir gelenek de köyde bulunan kişilere “okuntu” dağıtmaktır. Okuntu için bir anlamda düğün davetiyesidir demek mümkündür. Bunun için uygun bir kişi görevlendirilir ve bu kişi köyü dolaşarak okuntuyu dağıtır. Okuntu, daha önceden hazırlanmış bir parça kumaş, bir mendil, bir yazma gibi hediyeler olabileceği gibi, şeker, börek gibi yiyecek türünden şeyler de olabilir. Bunlar düğün okuntusu olarak dağıtılırken misafirler düğüne davet edilmiş olur.

Masallarda her ne kadar kırk gün kırk gece süren düğünlerden söz edilse de, Anadolu’da düğünler genellikle üç gün sürmektedir. Son zamanlarda ise yalnız hafta sonları olan iki günlük düğünler hem ekonomik hem de sosyal açıdan tercih edilmektedir.

Evlenme olayının temelini teşkil eden düğün de iki ana bölümden oluşmaktadır:

a. Kına gecesi

b. Gelin alma

Düğünden bir gün önce kız evinde ve oğlan evinde yapılan törene kına gecesi denir. Kına gecesi her iki tarafta da yapılabilir, ama yoğun olarak ve daha detaylı bir biçimde kız evinde kadınlar arasında yapılır.

Kına gecesinin yapılacağı gün erken bir saatte erkek evinin çatısına bayrak asılır. Bayrak, özel olarak seçilen bayraktar tarafından, kalabalık grubun da eşliğiyle eğlencelerle toplu olarak asılır. Bazı yerlerde bu eğlence sırasında “bayrak ekmeği” denilen yemek orada bulunanlara ikram edilir. Bayrağın asılması düğünün başladığının resmen ilan edilmesi demektir.

Kına gecesinin olduğu gün ya da birkaç gün öncesinde gelinin çeyizleri kız evinden alınır, oğlan evine getirilerek gelinin odası hazırlanır. Gelinin çeyizleri bazen düğünden birkaç gün önce kız evinde, bazen de düğün ve sonrasında oğlan evinde sergilenerek misafirlere gösterilir. Çeyiz kız evinden alınırken bir kişinin sandığın üstüne oturarak bahşiş istemesi oldukça yaygın olarak rastlanan geleneklerdendir. Kına gecesinin olduğu gün aynı zamanda günün erken bir saatinde erkek tarafından bir grup kadın, o gece yakılacak kınayı, gelinin giysilerini ve misafirlere ikram edilecek yiyecekleri eğlencelerle kız evine götürürler.

Kına gecesinde kız evinde toplanan kadınlar bir süre eğlendikten sonra, açıklı türküler söyleyerek gelini ağlatmaya çalışırlar. Daha önceden suyla yoğrulan kına bir tepsi içerisinde etrafına mumlar dizili şekilde ortaya getirilir. Bazı yerlerde önce geline kına yakıldıktan sonra misafirlere de kına dağıtılır; bazı yerlerde de o sırada orada bulunanlara kına dağıtıldıktan sonra herkes gittikten sonra geline kına yakılır. İsteğe bağlı olarak gelinin ellerine, ayaklarına ve saçına da kına yakıldığı olur. Genellikle kınanın yoğrulması, dağıtımı ve geline kına yakılması işlerinde “başı bütün” olarak adlandırılan mutlu evlilik sürdüren bir kadının görevlendirilmesine dikkat edilir. Gelinin bir eline kadın, bir eline de genç kız kınayı koyar. Kına yakılmadan önce gelinin avuç içine bozuk para ya da altın konur.

Kına gecesinin ertesi günü hem gelin alma günü hem de esas düğün günüdür. Her iki tarafta da konuklara yemek ikram edilir, genellikle davul-zurna eşliğinde eğlenceler yapılır. Gelin alma günü erken saatlerde oğlan evinde damat tıraşı, güvey giydirme gibi adlar alan törenler yapılır. Kız evinde de gelinin hazırlanması söz konusudur. Bunun için köylerde her zaman bütün düğünlerde görev alan, genellikle düğün yemeğini de hazırlayan aşçı kadınlar görevlendirilir. O gün oğlan tarafından konuklar toplanarak kız evine gelin almaya gelirler. Gelin evden çıkarken erkek kardeşi ya da amcası tarafından beline gayret kemeri de denen kırmızı kuşak bağlanır. Gelin ailesiyle vedalaştıktan sonra hayır dualarla, bazen ilahilerle bazen de davul-zurna eşliğinde eğlencelerle evden çıkarılır. Gelin evden ayrılırken geride kalan bekar arkadaşları da evlenebilsin diye birtakım şeyler yapar. Örneğin, henüz bitmemiş bir çorabı sökerek evden çıkar ki, diğer kızlar da çorap söküğü gibi evlenebilsinler... Gelin baba evinden çıkarken olsun oğlan evinin kapısından girerken olsun evliliğin yolunda gitmesi, çiftin mutlu olmasını sağlamak için birtakım dinsel-büyüsel işlemler yapılmaktadır. Örneğin, gelin evden çıkarken arkasından ayna tutularak aydınlık bir hayatının olması isteği ifade edilir. Aynı şekilde oğlan evinin kapısından girerken kapının eşiğine ve tavanına yağ, bal gibi şeyler sürdürülerek gelinin yeni evindeki kişilerle iyi geçinmesi sağlanmaya çalışılır.

Gelinin başından şeker, bozuk para, kuruyemiş gibi şeyler atılarak bolluk-bereket getirmesi dileği ifade edilir.

Düğün olduğu akşam, erkek tarafında kalmış az sayıda misafire yemek verilir ve gelinle damadın imam nikahı kıyılır. Önceleri resmi nikah düğünden sonra herhangi bir tarihte yapılabilirken, son zamanlarda düğün öncesinde resmi nikahın mutlaka yapılmış olmasına özen gösterilmektedir. Genellikle düğün alışverişi için taraflar bira araya geldiklerinde resmi nikah da yapılmaktadır. İmam nikahı kıyılıp dualar okunduktan sonra gelinle damat kendiodalarında bir araya gelirler. Bu sırada gelinle damadın uyumlu bir biçimde birlikte olabilmelerini sağlamak amacıyla da birtakım dinsel büyüsel işlemlere başvurulur. Örneğin, odanın kapısına bir bıçak saplamak, kapı önünde bir kilidi açmak vb. Bunun dışında orada bulunan kişilerin ellerini ve kollarını bağlamamaları istenir. Daha önceden kız tarafından o gece yenmek üzere özel olarak hazırlanmış ve gelinin sandığına konmuş olan yiyecekler ve başka şeylerin de bulunduğu yemek tepsisi odaya bırakılır. Bazı yerlerde tepsiye tek kaşık, tek çatal, tek bardak konarak gelinle damadın bunları ortaklaşa kullanmaları sağlanır. Böylece birbirlerine daha çabuk ısınacaklarına inanılır. Bu aşamada gelinin masum ve temiz olduğunun simgesi olan çarşafa bakma adeti gündeme gelir. Düğünde görevli olan yenge ya da aşçı kadın tarafından gelinin durumu öğrenilerek ailelere bildirilir. Bazen de gelinin bakire çıkmaması durumunda baba evine gönderilmesi söz konusudur.

Düğünün ertesi günü duvak günü, yüz açımı, baş bağlama gibi adlar altında birtakım eğlenceler düzenlenir. Bu eğlence daha sade bir biçimde yalnız kadınlar arasında yapılır. Önceleri duvak günü eğlenceleri sırasında gelin çeşmeye götürülerek su getirmesi sağlanırmış. Gelin hamur yoğurup börekler yaparmış. Böylece eve bolluk bereket gelir inancı varmış. Ancak bunlar artık unutulmuş geleneklerdir. Duvak günü eğlenceleri de pek çok yerde yapılmamaktadır.
Doğum Gelenekleri

Geçiş dönemlerinde ilki olan doğum dünyanın her yerinde olduğu gibi Anadolu’da da her zaman mutlu bir olay olarak kabul edilmiştir. Dünyaya gelen her çocuk sadece anne babanın değil aynı zamanda akrabaları, komşuları, soyu ve sopu da sevindirmektedir. Çünkü her doğum ailenin akrabaların soyun, sopun sayısını artırmaktadır. Sayının artması ise; gücün dayanışmanın artması bakımından önem taşımaktadır. Özellikle küçük topluluklarda ve etnik gruplarda aileler nüfuslarının çokluğu oranında kendilerini güçlü ve dayanıklı hissetmektedirler. Yaygın olan “çocuk ailede ocağı tutturur” sözü de toplumun bu konudaki değer yargısını ve aileye bakış açısını ortaya koymaktadır.

Diğer bir boyutuyla incelendiğinde ise; doğum kadına duyulan saygınlığı artırdığı gibi, onun aile, akraba ve grup içerisindeki yerini de sağlamlaştırmaktadır. Baba ise evlat sahibi olarak geleceğe güvenle bakmakta, aynı zamanda da akrabaları ve yakınları arasında saygınlık kazanmaktadır. Çünkü çocuğu olmayan kadın yakınları tarafından ne kadar küçümsenirse, erkek de aynı şekilde çevresinden gelen baskının erkek yerine konulmamanın toplumsal ve ruhsal ezikliğini duymaktadır.

Anaya benlik ve bütünlük, babaya güven, akrabaya, soya, sopa da güç kazandıran ve yaşamın başlangıcı olan doğum olayı gerek söz konusu çiftin gerek yakınları tarafından büyük önem taşımaktadır. Doğum ve onun kendi evresi içerisindeki evrelerine de bir takım geçiş töreleri ve törenleri eşlik etmektedir.

Yaşamın başlangıcı olan doğum en önemli geçiş dönemlerinden olup; gelenek, görenek. Adet ve inanmalar hamile kadını ve çevresindekileri daha doğum öncesinden hatta çocuk sahibi olma isteğinden başlayarak birtakım adetlere uymaya bu adetlerin gerektirdiği işlemleri yerine getirmeye zorlamıştır.

Böylece doğum annenin hamile kalma isteğinden başlayarak, yüzlerce adetin, inanmanın, dinsel ve büyüsel özlü işlemin hücumuna uğrayarak adeta onlar tarafından yönetilmektedir.

Anadolu’da doğumla ilgili adet, inanma ve gelenekler;

- Doğum öncesi,

- Doğum sırası,

- Doğum sonrası olmak üzere üç ana başlık altında incelenmektedir.

I. DOĞUM ÖNCESİ

Doğum öncesi gelenek görenek, adet ve inanmalara yönelik uygulamalar; kısırlığı giderme, hamile kalma, aşerme, hamilelik, çocuğun cinsiyetini anlama, hamilelik esnasında hamile kadının kaçındığı davranışlar etrafından yoğunlaşmaktadır.

Kısırlığı giderme, Gebe Kalma

Toplumumuzda geçmişte çocuk sahibi olunamadığı durumlarda kusur çoğunlukla kadında aranmakta, uygulama ve pratiklerin büyük çoğunluğu üzerinde yoğunlaşmaktaydı.

Bu uygulamaları geçmişte genel olarak;

- Dinsel büyüsel nitelikli pratikler,

- Halk hekimliği kapsamına giren pratikler,

- Tıbbı sağaltma alanına giren yöntemler oluşturmaktadır.

Günümüzde ise çocuk sahibi olunamadığı durumlarda kadın ve erkek aynı derecede sorumlu tutulmakta ve birlikte tedavi görmektedirler. Günümüzde de zaman zaman geleneksel tedavi yöntemlerine baş vurulmasına rağmen modern tıp yöntemleri hem kırsal kesimde hem de kent ortamında daha ön plana geçmiştir.

Aşerme

Hamile kadın halk deyimiyle “aş erme” aşamasına gelince bazı şeyleri yapmakta, özellikle belirli nesnelere bakmaktan, yiyecekleri yemekten kaçınmakta ya da tersine bazı şeyleri yemeye özen göstermektedir. Bu türden davranışlar fizyolojik olarak kadının bünyesindeki kimi maddelerin eksikliğini gidermek amacıyla yenilmesi gerekli görülmektedir.

Aşeren kadın genellikle acı, ekşi ve baharatlı şeyleri yemekten kaçınmaya zorlanmaktadır. Bu tutum Anadolu’da çok olan “ Ye ekşiyi , doğur Ayşe yi ” tekerlemesiyle de ifade edilmektedir. Buna karşılık olarak da aşerirken tatlı yiyeceklerden yemek oğlan çocuğunun ön belirtisi olarak yorumlanmakta, bu durum da halk arasında; “ Ye tatlıyı , doğur atlıyı ” tekerlemesiyle anlatılmaktadır.

Hamilelik

Kadın gerek hamileliği gerekse lohusalığı süresince çevresince bir çeşit hasta kabul edilmekte ve buna göre işlem görmektedir. Bir başka deyişle hamile kadının bağlı bulunduğu grup ya da cemaatin kültürel değerleri kadını hasta kategorisine sokarak ona hasta gözüyle bakmakta ve kadından bu değerlere uygun beklentilere göre hareket etmesini ve rolünü üstlenmesini istemektedir.

Anadolu’da hamile kadına; yüklü, iki canlı, gebe, ağır ayak, koynu dolu, boğru dolu, guzlacı vb. adlarla tanımlanmaktadır.

Çocuğun Cinsiyeti

Hamilelik döneminin en önemli konularından birisini de doğacak çocuğun cinsiyetiyle ilgili yapılan yorumlar oluşturmaktadır.

Anadolu’da konuyla ilgili olarak;

- Kadının fiziksel görünümüne bakılarak,

- Kadının yediklerine bakılarak,

- Kadının davranışlarına bakılarak,

- Çocuğun ana karnında oynama süresine bakarak,

- Sancının geliş biçimi dikkate alınarak çeşitli yorumlar yapılmaktadır.

Günümüzde ise; çocuğun cinsiyetiyle ilgili geleneksel yorumlardan daha yoğun olarak modern tıp yöntemlerine başvurulduğu gözlenmektedir.

Hamile kadının kaçınmaları ve yapması uygun görülen bazı davranışlar;

Kadının hamile kaldığı andan itibaren; çocuğu annenin tüm davranışlarından etkileneceği bilimsel olarak kanıtlanmış olup; bu konuyla ilgili olarak Anadolu’nun geleneksel kesiminde çok yaygın olan inanış sistemi günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.

Bu inanış sistemi; hamile kadını bir takım davranışları yapmaya ve yapmamaya zorlamaktadır.

Yapmaması gereken davranışlara hamile kadın, hamileliği süresince;

- Ayıya, maymuna, deveye bakmaz,

- Balık, tavşan, paça, kelle yemez, sakız çiğnemez,

- Cenazeye gitmez, cesede bakmaz,

- Gizli saklı bir şeyi alıp yemez.

Gibi davranış biçimlerini örnek olarak verebiliriz.

Yukarıdaki sayılanların dışında birtakım uygulamalar da vardır ki bunlar da aynı çıkış noktasından kaynaklanan olumlu istekle yüklü olan davranış biçimleridir.

Hamile kadından yapması istenilen davranışlara ise;

- Aya gökyüzüne bakar,

- Güzel kimselere bakar,

- Gül koklar,

- Ayva, elma, yeşil erik, üzüm yer gibi örnekler verilebilir.

2. DOĞUM SIRASI

Anadolu’nun kırsal kesimlerinde geçmişte doğumlar köy ebelerinin yardımlarıyla köylerde evlerde yaptırılmakta doğum esnasında yapılan uygulamaların büyük çoğunluğu doğumun kolay olmasına yönelik uygulama ve pratikler oluşturmaktaydı.

Bu uygulamalara örnek olarak;

- Kadının saç bağlarının çözülmesi,

- Kilitli kapıların, sandıkların, pencerelerin açılması,

- Kuşlara yem serpilmesi,

- Kolay doğum yapan kadının, doğum yapacak olan kadının sırtını sıvazlaması,

- Silah atılması,

- Kadının sırta alınıp silkelenmesi,

- Kadının yüksek bir yerden atlatılması,

- Kadının bir bezin içerisine konarak sallanması verile bilinir.

Günümüzde ise doğumlar hastanelerde yaptırılmakta, hastanelerin uzak olduğu dağ köylerinde ise diplomalı ebelerin yardımlarıyla yaptırılmaktadır.

3. DOĞUM SONRASI

Doğum sonrası uygulamalar;

- Çocuğun göbeği ve eşi,

- Loğusalık,

- Al karası inanışı,

- Kırk basması inanışı,

- Kırklama işlemi etrafında kümelenmiş durumdadır.

Çocuğun Göbeği ve Eşi

Hamile kadının yediği içtiği şeylerin, baktığı kişi, hayvanların ve nesnelerin çocuğu etkileyeceği tasarımı ve inancı varsa, çocukla göbeği ve eşi arasında da aynı inanç söz konusudur.

Bu nedenle çocuğun geleceğini, ilerdeki işini ve geleceğini etkileyeceği inancıyla göbek gelişigüzel atılmaz.

Bu uygulamaya örnek olarak göbek;

- Cami duvarına, cami avlusuna gömülür. (Dinci olsun diye)

- Okulun duvarına, bahçesine atılır. (Okusun diye)

- Ahıra gömülür. (Hayvan sever olsun diye)

- Suya atılır. (Kısmetini dışarıda arasın diye) verile bilinir.

Çocuğun sonu, arkadaşı, eşi, yoldaşı gibi adlarla tanımlanır. Çocuğun sonuna çocuktan bir parça hatta çocuğun kendisi gözüyle bakıldığı için doğumdan sonra genellikle temiz bir beze sarılarak, temiz bir yere gömülmektedir.

Günümüzde doğumlar hastanelerde gerçekleştiği için eşle ilgili geleneksel uygulamalar tamamen yok olmuş durumdadır. Göbekle ilgili adet ve inanmalar günümüzde de yaygınlığını sürdürmektedir.

Loğusalık

Anadolu’da yeni doğum yapmış ve henüz yataktan kalkmamış kadına; loğusa, lohsa, emzikli, loğsa, nevse, kırklı gibi adlar verilmektedir. Doğumdan sonra kadının yatakta kalma süresi; kadının fizyolojik durumuna, doğumun güç ya da kolay olmasına, iklime, çevre koşullarına, ailenin ekonomik durumuna ve gelinin sevilme durumuna bağlıdır.

Loğusalık süresi içerisinde kadının çeşitli doğa üstü güçlerin etkisinde olduğu Anadolu’da yaygın bir inanıştır. Geleneksel kesimde sıkça kullanılan “kırklı kadının kırk gün mezarı açık olur söylencesi” bu inanışı desteklemektedir.

Al Karısı inanışı

Loğusa ve kırklı çocuklara sataştığı ve kimi zaman da onları öldürdüğü tasarımlanan alkarısı; al, cazı, cadı, al anası, al kızı, al karası, koncoloz, goncoloz, kara koncoloz gibi adlarla tanımlanmaktadır.

Anadolu’da ahır, samanlık, değirmen, terkedilmiş virane yerlerde, su kuyusu, su kaynakları ve loğusa kadın ve kırklı çocuğun yalnız olduğu yerlerde bulunduğuna inanılan al karısından korunmak için halk birtakım uygulamalara baş vurmaktadır.

Bu uygulamalara örnek olarak;

- Loğusa ve kırklı çocuğun bulunduğu yere süpürge, Kuran-ı Kerim, soğan, sarımsak, nazarlık asılması,

- Loğusa veya kırklı çocuğun yastığının altına iğne veya çuvaldız sokulması,

- Loğusa ve kırklı çocuğun yastığının altına kama, orak, bıçak vb. gibi kesici aletlerin konulması

- Loğusa ve kırklı çocuğun bulunduğu yere ekmek ufağı ve su konulması verilebilir.

Al karısına ilişkin uygulamalar geçmişteki uygulamalara göre daha az olmasına rağmen günümüzde de devam etmektedir.

Kırk Basması İnanışı

Anadolu halkı loğusayla kırklı çocuğun doğumdan sonraki kırk gün içerisindeki hastalıklarına ve ileriki aylardaki gelişim eksikliğine; kırk basması, kırk düşmesi, kırk karışması, loğusa basması, aydaş gibi adlar vermektedir.

Kırk günlük dönem içerisinde loğusa ve kırklı çocuğa birtakım canlı ve nesnelerin zarar vereceği inancı yaygındır. Kırk baskınlığını önlemek için yapılan pratik ve uygulamalar oldukça yaygındır.

Kırk baskınlığını önlemek için;

- Anne ve çocuk kırk gün dışarı çıkarılmaz,

- Loğusa kadın ve kırklı çocukların birbirleriyle karşılaştırılmamasına dikkat edilir,

Anadolu’da çocuğa kırk basması çocuğun gelişmemesi ve zayıflamasıyla ilişkilendirilmekteydi. Kırk baskınlığını giderme yolunda da dinsel, büyüsel birtakım pratik ve uygulamalara baş vurulmaktaydı. Günümüzde artık bu türden uygulamalar yok denecek kadar azdır.

Kırklama

Loğusa ve kırklı çocuğa kırk basmaması için loğusanın ve çocuğun serbeste çıkması için; kırk gün içerisinde genellikle kadın ve çocuğun yıkanması biçiminde yapılan uygulamaya “kırklama” adı verilmektedir. Yaygın olarak kullanılan “kırklama” tanımlanmasının dışında bu olaya halk arasında; “kır dökme”, “kırk çıkarma” vb. adlar da tanımlanmaktadır.

Anadolu’da kırklama işlemi en yaygın olarak kırkıncı gün yapılmaktadır. Bu süre yörelere göre farklılık göstermekte; 7., 20., 30., 37., 39., 41. günlerde de kırklama yapılmaktadır. Bu işlem yörelere göre şekilde bazı farklılıklar gösteriyor olmasına karşın içerikte aynı amaca yönelik bir uygulamadır.

Doğumla ilgili adet ve uygulamalar içerisinde kırklama işlemini geçmişte olduğu gibi günümüzde de değişmez bir kural olarak geçerliliğini sürdürmektedir.
 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol